Deniz Gezmiş: Bir Devrimcinin Ardında Kalan İz

Deniz Gezmiş, Türk gençlik hareketinin öncülerinden biri olarak, sadece bir dönemin değil, bir toplumun özgürlük ve eşitlik arayışının sembolü haline gelmiştir. Devrimci mücadelesi, adaletsizliğe karşı duruşu ve cesareti, bugün de gençlerin ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.

Deniz Gezmiş: Bir Devrimcinin Ardında Kalan İz

20. yüzyılın ikinci yarısı, dünyayı derinden sarsan siyasal ve toplumsal dönüşümlerin yaşandığı, gençliğin pasif bir nesne olmaktan çıkıp tarih sahnesinde etkin bir özneye dönüştüğü bir dönemdi. Paris’ten Havana’ya, Prag’dan Tahran’a kadar sokaklar öğrencilerin sesleriyle yankılandı. Türkiye de bu küresel çalkantıların dışında kalmadı. Ekonomik adaletsizlik, siyasi baskılar ve emperyalizme duyulan öfke; üniversite sıralarındaki gençleri sorgulamaya, karşı çıkmaya ve hayal ettikleri başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanmaya itti. İşte bu tarihsel atmosferin tam ortasında bir isim parladı: Deniz Gezmiş.

Deniz, sadece bir dönemin değil, aynı zamanda bir ruh halinin, bir başkaldırının ve bir hayalin simgesiydi. Onun hikâyesi, ne sadece genç bir idealistin yaşam öyküsüne indirgenebilir ne de sadece bir siyasi figürün mücadelesiyle sınırlanabilir. O, çok daha fazlasıydı: Adaletsizliğe karşı duyulan derin bir öfkenin, umutla beslenen bir ütopyanın ve fedakârlığın ete kemiğe bürünmüş haliydi. Her adımında, sadece kendi inançlarının değil, onunla aynı hayali paylaşan binlerce gencin sesi yankılanıyordu.

Deniz Gezmiş’i anlamak, sadece onun ne yaptığını öğrenmek değil; neden yaptığını, neye karşı durduğunu ve neyin hayalini kurduğunu da kavramaktır. Elinde kitapları, dilinde devrim şiirleri, kalbinde isyanla yürüyen bu genç adam, Türkiye’de yoksul halkın sesi olmayı seçti. O, düzenin dışında kalmışların, adını hiç kimsenin bilmediği taşra çocuklarının, geceleri aç yatan işçilerin, kimliğini kaybetmiş bir memleketin öfkesiydi.

Ancak onun mücadelesi salt öfkeyle değil, güçlü bir inançla da örülmüştü. Karşısındaki baskıcı düzen ne kadar sert olursa olsun, Deniz geri adım atmadı. Duruşunda bir inat değil, bir inanç vardı. Ölümün gözlerinin içine bakarken bile dimdik durmasının nedeni, ideallerine duyduğu sarsılmaz bağlılıktı. O, yaşamı kadar ölümüyle de konuştu; hayatta iken söyleyemediklerini darağacında haykırdı. Sözleri, yıllar geçse de unutulmadı; silinmeye çalışılsa da izleri hep kaldı.

Deniz Gezmiş’in hikâyesi, bir bireyin ötesine geçer; bir dönemin aynası haline gelir. Onun adını duymak, aynı zamanda 1960’ların ve 70’lerin baş döndürücü atmosferine, gençliğin ayağa kalkışına, sokakların sloganlarla dolduğu günlere tanıklık etmek gibidir. Çünkü Deniz, sadece kendi yaşamıyla değil, dönemin ruhunu taşıyan tavrıyla da hatırlanır. Onun adını anmak, bir çağın nabzını hissetmektir.


I. Bölüm: Çocukluk ve Gençlik Yılları

Deniz Gezmiş, 28 Şubat 1947’de Ankara’nın Ayaş ilçesinde doğdu. Babası Cemil Bey, eğitimine önem veren bir öğretmen ve daha sonra eğitim müfettişiydi; annesi Mukaddes Hanım ise öğretmenlik yapmış, sonra ev hanımı olmuş bir kadındı. Deniz, ailenin üç erkek çocuğundan ortancasıydı. Aile, eğitime ve adalete inanan bir yapıya sahipti; Cemil Bey, çocuklarının hep öğrenmeye açık ve adaletli bireyler olarak yetişmesini arzuluyordu.

Çocukluğu, Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde geçti. Henüz ilkokul çağındayken Sivas’ın Yıldızeli ilçesine bağlı bir kasabada okula başladı. Ardından Sivas merkezde eğitimine devam etti. Sürekli farklı yerlerde bulunmak ona geniş bir bakış açısı kazandırdı. Fakir mahallelerde, küçük köy yaşamında gözlemlediği yoksulluk ve dayanışma, Deniz’in kalbine eşitlik ve yardımlaşma duyguları ekledi.

Deniz, içinde her zaman sorular ve adalet duygusu taşıyan bir çocuktu. Haksızlık karşısında öfke duyar; sınıf arkadaşları arasında sık sık hakemlik yaparak taraflar arasında adil çözümler bulmaya çalışırdı. Böylece kendini küçük yaşta liderlik özellikleri gösteren biri olarak kanıtlamıştı. Ailesi, özellikle annesi ona sürekli “Kendinden zayıf olanı koru, kimseye haksızlık etme” öğüdünü verir; Deniz de bu sözü hayatının bir parolası haline getirmişti.

İlkokul ve ortaokul yıllarında Deniz’in en büyük tutkusu okumaktı. Babasının kütüphanesindeki kitapların arasında dolaşıp tarih, coğrafya ve edebiyat eserlerini büyük bir merakla karıştırırdı. On yaşında filizlenen bu merak, dünya coğrafyası ve tarihe dair sürekli soru sormasına neden oldu. Dünya klasikleri de ona büyük etki yaptı; örneğin Victor Hugo’nun Sefiller romanı, küçük Deniz’in mazlumdan yana tavır takınmasının nedenlerinden biri oldu.

1960 yılında ailesi İstanbul’a taşındı ve Deniz Haydarpaşa Lisesi’ne kaydoldu. Bu saygın lise hem akademik başarısıyla hem de aktif öğrenci kulüpleriyle biliniyordu. İstanbul’da yaşamak, Deniz’in yaşamına yeni bir soluk getirdi. Kalabalık bir şehirde, farklı gelir seviyelerindeki insanları ve öğrencilerin sorunlarını yakından görme fırsatı buldu. Eşitsizlik bu yeni ortamda daha belirgin hale gelmişti; bu durum Deniz’in adalet duygusunu daha da güçlendirdi.

Lisede Deniz derslerinde başarılıydı, ama asıl dikkat çeken yanı sosyal faaliyetler oldu. Edebiyat kulübünde yazılar yazdı, okul panolarına fikirler içeren yazılar astı. Öğretmenleri onun merakını görünce Karl Marx, Jean-Paul Sartre ve Albert Camus gibi düşünürleri keşfetmesine yardımcı oldu. Camus’nün Yabancı adlı romanı ve Sartre’ın düşünceleri, özgürlük ve bireyin sorumluluğu üzerine düşünmesini sağladı. Bu eserler, Deniz’in bireysel hakları toplumsal sorumlulukla bağdaştırma çabasına katkıda bulundu.

1960’lı yılların ortalarına gelindiğinde, dünya çapında gençlik hareketleri yükselişteydi ve Deniz de bu akımı yakından takip ediyordu. Che Guevara’nın Latin Amerika’da yürüttüğü gerilla savaşı, Vietnam Savaşı’na karşı gösterilen protestolar ve Amerika’daki Sivil Haklar Mücadelesi gibi olaylar onun dikkatini çekti. Tüm bu gelişmeleri salt entelektüel bir merakla değil, insanı ve adaleti ilgilendiren meseleler olarak değerlendiriyordu. Haydarpaşa’daki arkadaş çevresi genellikle tartışmayı seven, ilerici fikirli gençlerden oluşuyordu. Bu ortam, Deniz’in düşünce dünyasını geliştirdi.

Okul dışında, Beyazıt ve Cağaloğlu civarındaki kitapçılarda sol yayınları takip ederdi. Yön ve Devrim dergileri, Deniz’in politik bilinçlenmesine büyük katkı yaptı. Spor yapmaya da meraklıydı; futbol ve koşu gibi sporlar ona disiplin kazandırırken yeni arkadaşlıklar edinmesini sağladı. Grup çalışmalarında liderlik özellikleri ortaya çıkaran Deniz, sorunlara pratik çözümler bulmayı seviyordu. Tüm bu faaliyetler, ileride içinde yer alacağı örgütsel yapılarda önemli bir temel oluşturacaktı.

1966 yılında Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olduğunda Deniz yaklaşık on dokuz yaşındaydı. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Hukuk eğitimi almak, onun adalet anlayışını daha da pekiştirecek, düşündüğü fikirleri hukukun perspektifiyle değerlendirmesine yardımcı olacaktı. Bu yeni dönem, Deniz’in eğitim hayatında bir sayfa daha açıyordu; artık yalnızca teorik bilgi biriktirmekle kalmayıp, bu bilgiyi uygulamaya dökme hayalleri kurduğu bir dönemin başlangıcını işaret ediyordu.


II. Bölüm: Üniversite Yılları ve Siyasal Uyanış

1966 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başlayan Deniz Gezmiş, yalnızca akademik bir yolculuğa değil, aynı zamanda siyasi bilincinin derinleşeceği bir döneme de adım attı. İstanbul Üniversitesi, o dönemde Türkiye’nin en canlı entelektüel ortamlarından birine sahipti. Kampüste marksist, sosyalist ve milliyetçi birçok öğrenci grubu aktifti. Bu çeşitlilik, Deniz’in düşünce dünyasını şekillendirmesinde önemli rol oynadı.

Üniversite yıllarının ilk günlerinden itibaren Deniz, öğrenci hareketlerinin içinde yer aldı. Özellikle 1967 ve 1968 yılları, hem Türkiye’de hem de dünyada gençliğin sokaklara döküldüğü yıllardı. Amerika’da Vietnam Savaşı’na karşı protestolar, Fransa’da 1968 Mayıs olayları ve Türkiye’de yükselen anti-emperyalist hareketler, Deniz ve arkadaşları için bir uyanış çağrısı gibiydi.

Deniz, üniversite öğrencilerinin karşılaştığı sosyal ve ekonomik sorunları yakından gözlemliyor, bu sorunların sadece bireysel değil, sistemsel olduğunu düşünüyordu. Öğrencilerin barınma, beslenme ve ulaşım gibi temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlandığı bir ortamda, devletin halktan kopuk politikalarına karşı durulması gerektiğine inanıyordu. Bu nedenle, sadece fikir üretmekle kalmayıp, bu fikirleri eyleme dökmek gerektiğini savundu.

1968 yılında Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nun (TMFT) genel kurulu sırasında başlayan öğrenci boykotları, Deniz’in aktif biçimde sahnede yer aldığı ilk büyük toplumsal hareketlerden biri oldu. TMGT (Türkiye Millî Gençlik Teşkilatı) ve Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) gibi sol eğilimli öğrenci yapılanmalarında kısa sürede öncü konumuna geldi. Deniz, özellikle anti-emperyalist söylemleri ve halkçı politikalarıyla dikkat çekti.

Aynı yıl, üniversite öğrencilerinin yurt sorunlarına dikkat çekmek amacıyla işgal eylemlerine öncülük etti. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin işgali sırasında Deniz, öğrencilerin sözcülüğünü yaptı. Talepleri netti: Öğrenciler demokratik bir üniversite istiyordu. Bu işgal, sadece fiziki bir alanın değil, düşünce özgürlüğünün de işgaliydi. Deniz’in “Bu okul halkın okuludur, burada halkın çocukları okuyacak!” sözleri, onun halkçı duruşunun simgesi haline geldi.

1969 yılında, Amerikan 6. Filosu’nun İstanbul’a gelişine karşı düzenlenen eylemler, Deniz Gezmiş’in kamuoyundaki bilinirliğini artırdı. Amerikan emperyalizmine karşı düzenlenen bu protestolar sırasında birçok kez gözaltına alındı. Ancak bu süreçte Deniz için önemli olan, geri adım atmamak ve toplumsal bilinç oluşturabilmekti. Protestolarda polisle çatışmalar yaşanmasına rağmen, Deniz daima örgütlü ve bilinçli bir direnişi savundu.

Bu yıllarda Deniz sadece eylemci değil, aynı zamanda düşünsel anlamda da kendini geliştiren bir figür haline gelmişti. Marx, Lenin ve Mao’nun yazılarını derinlemesine inceliyor; Latin Amerika’daki devrim hareketlerini, özellikle Küba Devrimi’ni örnek alıyordu. Ona göre Türkiye’de gerçek bir halk devrimi için köklü bir siyasal dönüşüm gerekiyordu ve bu dönüşüm ancak halkın bizzat katılımıyla gerçekleşebilirdi.

Üniversitede kurduğu arkadaşlıklar, ileride birlikte mücadele edeceği yol arkadaşlıklarına dönüştü. Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve daha birçok devrimci öğrenciyle tanıştı. Bu dostluklar, yalnızca birer arkadaşlık değil; aynı zamanda ideolojik bir ortaklık ve mücadele birliği anlamına geliyordu. Deniz, her geçen gün daha fazla insanın ilgisini çeken ve onları etkileyen bir lider hâline gelmişti.

Ancak bu yıllar aynı zamanda devletin baskısının da arttığı bir dönemdi. Gözaltılar, okuldan uzaklaştırmalar ve polis baskısı, öğrenci hareketlerini bastırmaya yönelik sert müdahalelerle karşılık buluyordu. Deniz birçok kez tutuklandı, serbest bırakıldı, yeniden gözaltına alındı. Fakat ne bu baskılar ne de tehditler, onun inandığı yoldan dönmesine neden oldu.

Üniversite yılları, Deniz Gezmiş’in düşünsel olgunluğa ulaştığı, eylem ve örgütlenme bilincinin şekillendiği dönemdir. Bu yıllar, onun devrimci kimliğini tanımlayan temel taşların döşendiği zamanlardır. Hukuk fakültesinde bir öğrenci olarak başladığı yolculuk, çok geçmeden onu Türkiye’nin en dikkat çeken devrimci liderlerinden biri hâline getirecekti.


III. Bölüm: Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ve Silahlı Mücadele Süreci

1970’li yılların başı, Türkiye’de toplumsal çalkantıların giderek sertleştiği bir döneme işaret eder. Grevler, protestolar, köylü eylemleri ve öğrenci hareketleri ülke genelinde yoğunlaşırken; devletin baskısı da orantısız şekilde artmaya başlamıştı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları için bu dönemde artık yalnızca gösteri ve mitinglerle sonuç alınamayacağına dair kanaat güçlenmişti. Türkiye’nin emperyalizmden kurtuluşu ve halkın özgürleşmesi için daha radikal bir yol gerektiğine inanıyorlardı.

Bu inanç doğrultusunda, 1970 yılında Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve birkaç arkadaşıyla birlikte silahlı devrim fikrini temel alan bir örgütlenmeye gittiler. Bu yapı, kısa süre içinde Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) adını aldı. THKO, yalnızca bir direniş örgütü değil; aynı zamanda bir devrimci bilinç hareketi olarak kurulmuştu. Amaçları, Türkiye’de anti-emperyalist, anti-kapitalist ve halkçı bir sistemin kurulmasını sağlamaktı.

THKO’nun ilkeleri, Marksist-Leninist öğretiye dayanıyordu. Fakat bu teori, Türkiye’nin özgün şartlarına göre yorumlanıyordu. Deniz’e göre, Türkiye’de devrim yalnızca şehirlerdeki işçilerle değil, köylülerle birlikte, geniş halk kesimlerinin desteğiyle gerçekleştirilebilirdi. Bu nedenle, örgütün kırsal alanda da faaliyet göstermesi kararlaştırıldı. Gerilla savaşına hazırlık amacıyla Anadolu’nun farklı bölgelerinde kamp çalışmalarına başlandı.

Örgütün ilk eylemlerinden biri, 1971 yılında gerçekleşen İş Bankası Ankara Emek Şubesi soygunu oldu. Bu eylem, propaganda amacı taşımakla birlikte örgütün maddi kaynak ihtiyacını karşılamaya yönelikti. Silahlı soygun sonrası Deniz ve arkadaşları kısa sürede polis takibine takıldılar. Kaçak yaşam başlamıştı. Artık üniversiteli öğrenciler değil, devletin “arananlar listesi”nde yer alan silahlı militanlardı.

Aynı yıl içinde, THKO adına en çok ses getiren olay ABD’li askerlerin kaçırılması oldu. Deniz ve arkadaşları, NATO kapsamında Türkiye’de bulunan Amerikan askerlerini kaçırarak emperyalist güçlere karşı sembolik bir mesaj vermek istemişlerdi. Bu eylem, aynı zamanda Filistin’deki gerilla örgütlerinden de etkilenildiğini gösteriyordu. Ancak plan istedikleri gibi gitmedi. Operasyon sırasında kıstırılan grup, çatışma sonrası dağlara çekildi. Bir süre Sivas, Tokat ve Niksar çevresinde saklandılar. Fakat devlet güçleriyle yaşanan çatışmalarda yorgun düştüler ve bazı yerel ihbarlar sonucu yakalandılar.

1971’in Mart ayında Deniz Gezmiş, Sivas’ın Gemerek ilçesi yakınlarında kırsal alanda yakalandı. Gözaltına alındığında yorgun, fakat dirençliydi. Onun için mücadele henüz bitmemişti; artık devrim davasını mahkemelerde savunacağı bir sürece giriliyordu.

THKO’nun kuruluşu ve silahlı mücadele süreci, yalnızca fiziksel eylemlerle değil; ideolojik söylemleriyle de büyük yankı uyandırdı. Deniz ve arkadaşları, emperyalist sistemin ancak halkın örgütlü mücadelesiyle sarsılabileceğini, bu uğurda gerekirse can verilmesi gerektiğini savundular. Onlar için devrim, romantik bir hayal değil; tarihsel bir zorunluluktu.

Bu dönem, aynı zamanda Türkiye’de askeri darbenin yaklaştığı ve siyasi baskıların yoğunlaştığı yıllardı. 12 Mart 1971’de gerçekleşen askeri muhtıra sonrası, Türkiye’de sol-sosyalist gruplara yönelik büyük bir baskı başladı. Binlerce öğrenci, akademisyen, sendikacı gözaltına alındı. THKO üyeleri bu baskının en çok hedef alınan kesimlerindendi. Deniz Gezmiş’in de içinde yer aldığı birçok genç devrimci, bu süreçte ağır işkencelerden geçirildi; aylar süren cezaevi dönemleri başladı.

Ancak tüm bu baskılara rağmen, Deniz mahkemede susmadı. Savunmasını devrimci bir söylemle yaptı; yargı sürecini aynı zamanda halkı bilinçlendirme aracı olarak gördü. Onun sözleri, yalnızca mahkeme salonlarında değil, duvar yazılarında, afişlerde, bildirilerde yankılanmaya başladı.


IV. Bölüm: Yakalanma, Yargılanma ve İdam Süreci

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın yakalanması, Türkiye’deki sol hareketler için bir dönüm noktasıydı. 12 Mart 1971 askeri muhtırasının ardından devlet, solcu ve devrimci gruplara karşı sert bir baskı dalgası başlatmıştı. Deniz ve arkadaşları bu süreçte en çok hedef alınan isimler arasındaydı.

Yakalanma Süreci

THKO’nun eylemlerine karşı geniş çaplı bir operasyon başlatılmıştı. Deniz ve arkadaşları, Sivas’ın kırsal bölgelerine çekilerek güvenli bir alan bulmaya çalıştılar. Ancak polis ve jandarma kuvvetleri peşlerindeydi. 16 Mart 1971’de Sivas’ın Gemerek ilçesi yakınlarında Deniz Gezmiş yakalandı. Yorgun, aç ve uykusuzdu ama teslim olurken bile onurlu duruşunu bozmadı. Yakalanırken köylülerin zarar görmemesi için çatışmaya girmedi.

Yakalanmasının ardından Ankara’ya götürüldü ve yoğun bir sorgu sürecine alındı. O dönemin sorgulama yöntemleri oldukça sertti; işkence, ağır fiziksel ve psikolojik baskılar devrimciler üzerinde sistematik olarak uygulanıyordu. Ancak Deniz Gezmiş hiçbir şekilde pişmanlık göstermedi ve verdiği ifadelerde mücadelesini savundu.

Yargılama Süreci

Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs suçlamasıyla Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılandılar. Mahkeme süreci, başından itibaren siyasi bir hesaplaşma olarak yürütüldü. Deliller, tanık ifadeleri ve savunmalar dikkate alınmadan, önceden belirlenmiş bir karar doğrultusunda hareket edildi.

Deniz Gezmiş mahkeme sürecinde savunmasını yalnızca kendisini kurtarmak için değil, mücadelesinin haklılığını göstermek amacıyla yaptı. Mahkeme sırasında söyledikleri, onu halkın gözünde daha da büyük bir figür hâline getirdi. Savunmasında şu sözler öne çıktı:

Biz hiçbir zaman Amerikan emperyalizmine boyun eğmedik. Hep bağımsız Türkiye dedik ve idam sehpasına giderken de bunu haykıracağız.

Mahkeme sonunda Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında idam cezası verildi. Karar, dönemin iktidarını elinde tutan askeri rejim tarafından hızla onaylandı. Ancak bu süreç, Türkiye’de büyük bir tartışmaya yol açtı. Hem yurt içinde hem de yurt dışında idamların durdurulması için büyük kampanyalar başlatıldı. Özellikle gençler, sendikalar ve bazı milletvekilleri idam cezasına karşı çıktı.

Ancak siyasi iktidar ve askeri rejim, idam kararlarını geri almamakta kararlıydı. Deniz ve arkadaşlarının idamını durdurabilecek tek yetki TBMM’ye aitti. Mecliste yapılan oylamada Adalet Partisi’nin (AP) desteğiyle idamlar onaylandı. 6 Mayıs 1972’de, karar kesinleşti.

İdam Gecesi

6 Mayıs 1972 sabahı, Deniz Gezmiş ve arkadaşları Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde idam edilmek üzere hücrelerinden çıkarıldılar. Deniz, ölüme büyük bir soğukkanlılık ve kararlılıkla yürüdü. İdam sehpasına çıktığında son sözleri sorulduğunda, tarihe geçecek şu cümleleri söyledi:

Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Kahrolsun emperyalizm!

Bu sözler, onun mücadelesini ve ideallerini özetliyordu. Ardından, sabaha karşı Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan da idam edildi.

İdamların Toplumsal ve Siyasal Yansımaları

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı, Türkiye’nin yakın tarihinde derin bir iz bıraktı. İdamlar, devrimci hareketlere büyük bir darbe vurmak amacıyla gerçekleştirilmişti ancak tam tersine Deniz’in adı ve mücadelesi halkın hafızasında silinmez bir yere sahip oldu.

Türkiye’nin dört bir yanında protestolar düzenlendi, anma etkinlikleri yapıldı. Yıllar geçtikçe Deniz Gezmiş, özellikle gençler için bir simge hâline geldi. Onun mücadelesi ve fikirleri, sonraki yıllarda da birçok toplumsal hareket için ilham kaynağı oldu.

Deniz Gezmiş’in idamı, sadece bir devrimcinin hayatının sona erdirilmesi değil, aynı zamanda Türkiye’de özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine karşı yapılan bir gözdağıydı. Ancak tarihin gösterdiği gibi, bazı isimler öldüklerinde bile daha güçlü bir şekilde yaşamaya devam ederler. Deniz Gezmiş de o isimlerden biri oldu.


V. Bölüm: Deniz Gezmiş’in Mirası ve Toplumsal Etkileri

Deniz Gezmiş, sadece 25 yıllık kısa bir ömre çok şey sığdırdı. Ancak esas etkisi, yaşadığından sonra başladı. Onun adı, idealleri ve kararlı duruşu, Türkiye’deki devrimci hareketin simgelerinden biri hâline geldi. Özellikle gençlik hareketlerinde, ezilenlerin ve özgürlük arayanların yol göstericisi oldu. Zamanla sadece bir kişi olmaktan çıktı; düşüncenin, başkaldırının ve halk için mücadele etmenin sembolüne dönüştü.

Bir Kuşağın Sembolü: 68 Gençliği

Deniz Gezmiş, 1968 kuşağının Türkiye’deki en tanınan yüzlerinden biridir. O kuşak, dünyanın dört bir yanında özgürlük, eşitlik ve bağımsızlık için ayağa kalkmış gençlerden oluşuyordu. Amerika’da Vietnam Savaşı karşıtlığıyla başlayan hareket, Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’nden tüm ülkeye yayılan öğrenci eylemleri, Almanya’daki radikal sol hareketlerle bütünleşmişti. Türkiye’de ise bu dalganın adı Deniz Gezmiş’ti.

Deniz, sadece slogan atan bir öğrenci lideri değildi; aynı zamanda teoriyi pratiğe dönüştürmeye çalışan bir devrimciydi. Üniversitelerdeki mücadeleleri, grevlerdeki dayanışmaları, köylerdeki örgütlenme çalışmalarıyla halkla bağ kurmayı başarmıştı. Onun izinden giden binlerce genç, üniversitelerde devrimci kulüpler kurdu, işçi eylemlerinde aktif rol aldı.

Sanatta, Edebiyatta ve Müzikte Deniz Gezmiş

Deniz’in yaşamı ve mücadelesi, sanatın birçok alanında yankı buldu. Özellikle şiir, roman, belgesel ve sinema alanında hakkında sayısız eser üretildi. Onun yaşamı, yalnızca politik değil; aynı zamanda trajik ve insani yönleriyle de anlatıldı. Yılmaz Güney’den Nazım Hikmet’e, Ahmet Kaya’dan Grup Yorum’a kadar pek çok sanatçı Deniz’in anısını yaşatmayı bir sorumluluk olarak gördü.

En bilinen örneklerden biri, Ahmet Telli’nin şu dizelerinde yankı bulur:

Bir ağacın kökünde durmuş gibi
Bir sevdayı savunmak
Deniz olmaktır
Ve geçmektir zamana karşı.

Bu tür eserler, Deniz’in sadece politik kimliğiyle değil; halkla bütünleşen, duygulara dokunan bir figür olarak da anılmasına katkı sağladı.

Siyasal Miras ve Etkileri

Deniz Gezmiş’in en önemli miraslarından biri, Türkiye’deki sol-sosyalist siyasetin halk tabanında yaygınlaşmasına katkı sağlamasıdır. O, teorik bir söylemi; halkın gündelik hayatına dokunan bir mücadele biçimine dönüştürmeyi başarmıştı. Bu yaklaşım, 1970’li yıllarda işçi ve köylü hareketlerinin güçlenmesine, devrimci örgütlerin artmasına zemin hazırladı.

1980 darbesi sonrası bu hareketler büyük darbeler alsa da, Deniz’in adı hep diri kaldı. 1990’lardan itibaren gençlik örgütleri, sendikalar ve siyasi partiler onun anısını yaşatmaya devam ettiler. Her 6 Mayıs’ta anma etkinlikleri düzenlendi; mezarı ziyaret edildi, pankartlara ve afişlere onun yüzü yansıdı.

Toplumsal Bir Vicdan Olarak Deniz

Deniz Gezmiş, siyasal bir aktörden çok daha fazlasıydı. O, aynı zamanda bir vicdan, bir duruş ve bir inat simgesiydi. Karşısındaki gücün büyüklüğüne aldırmadan “hayır” diyebilmiş bir gençti. Adaletsizliğe, eşitsizliğe ve emperyalizme karşı tavır almak, onun yaşam felsefesiydi.

Bugün hâlâ Türkiye’nin dört bir yanında, farklı görüşlerden insanlar onun dürüstlüğünü, kararlılığını ve halk için kendini feda edişini saygıyla anar. Bu durum, onun kişiliğinin ne denli sahici ve etkileyici olduğunu gösterir.

Belki de bu yüzden, onun için “ölmedi” denir. Çünkü bir insan, ardında bıraktığı düşüncelerle yaşamaya devam eder. Deniz’in bıraktığı düşünceler, hâlâ gençlerin kalbinde, duvar yazılarında, şarkılarda ve meydanlarda yaşamaktadır.


VI. Son Söz – Deniz Gezmiş’i Anlamak

Deniz Gezmiş’i anlamak, sadece onun yaşam öyküsünü bilmekten ibaret değildir. Onu anlamak; bir dönemi, bir halkı, bir kuşağın hayallerini ve uğruna ölmeyi göze aldıkları değerleri kavramakla mümkündür.

Deniz Gezmiş, bir isyanın, bir itirazın, bir arayışın adıdır. Sisteme teslim olmamış bir vicdan, düzenin dışında bir hayal ve her şeyden önce halkına inanan bir gençtir. Onun hayatı, “başka bir dünya mümkündür” düşüncesine yürekten bağlanmanın, umudu yaşatmanın ve direnişi bir yaşam biçimi hâline getirmenin öyküsüdür.

Kahraman mı? Terörist mi?

Türkiye’de Deniz Gezmiş adı geçtiğinde bazıları için bir kahraman, bazıları için ise bir suçlu olarak anılır. Bu ikilem, yalnızca onun kişiliğine değil; Türkiye’de yıllardır süregelen ideolojik bölünmelere de işaret eder. Ancak zaman, bazı tanımları silikleştirir, bazı anlamları ise daha da belirginleştirir.

Deniz’in ölümünden sonra geçen on yıllar, onun bir terörist değil; idealleri uğruna bedel ödemiş bir halk önderi olduğunu ortaya koydu. Onun mücadelesi, halkın taleplerinden bağımsız bir bireysel eylem değil; adaletsizliğe karşı bir toplumsal refleksin sesi hâline geldi.

Kendini Tüketen Değil, Kendini Adayan Bir Hayat

Deniz Gezmiş, hayatını kendi konforu ya da çıkarları uğruna harcamadı. Aksine, sahip olduğu tüm olanakları, inandığı değerler uğruna gözünü kırpmadan feda etti. Bu yönüyle o, yalnızca devrimci bir lider değil; aynı zamanda ahlaki bir duruşun da temsilcisidir.

Bugünün dünyasında, bireysel çıkarlara dayalı yaşam biçimlerinin yaygınlaştığı, ideallerin yerini pragmatizmin aldığı bir çağda Deniz Gezmiş gibi isimleri hatırlamak; sadece geçmişi anlamak değil, geleceği de şekillendirmek adına önemlidir.

Bir Bayrak Gibi Dalgalanan İsim

Deniz Gezmiş, artık yalnızca bir tarihsel figür değil, bir sembol, bir referans noktasıdır. Onun ismi, bugün Türkiye’de gençliğin, özgürlüğün ve eşitliğin adıyla birlikte anılır. Her yıl mezarı başında toplanan binlerce insan, onun davasını değilse bile onun dürüstlüğünü, samimiyetini ve halkına bağlılığını selamlar.

Onu anlamak; silaha değil, adalete sarılan yanını görmekle mümkündür. Onu anlamak; onun düşlerini bugünün gerçekleriyle buluşturmak, haksızlıklara karşı ses çıkarmakla mümkündür. Ve en çok da, yaşarken teslim olmayan bir insanın ölümden sonra nasıl ölümsüzleştiğini kavramakla…

Benim için yaşamanın bir tek anlamı var: O da halkımın özgürlüğü için savaşmak.Deniz Gezmiş

Kaynaklar:

  1. https://tr.wikipedia.org/wiki/Deniz_Gezmiş
  2. https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/CS__/t11/c004/cs__11004054.pdf
  3. https://www.birgun.net/haber/deniz-gezmis-kimdir-deniz-gezmis-in-siyasi-hayati-ve-yasami-526962
  4. https://www.tarihvakfi.org.tr/
  5. https://bianet.org/bianet/siyaset/135848-deniz-gezmis-ve-arkadaslarinin-hikaye
  6. https://t24.com.tr/haber/bir-gun-mutlaka-deniz-gezmis-ve-miras,893080
  7. https://www.gazeteduvar.com.tr/deniz-gezmis-bir-devrimcinin-portresi-haber-1507622
  8. https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-48160779
  9. https://www.youtube.com/watch?v=AO57ZTRGJx4
  10. https://avesis.yildiz.edu.tr (Akademik erişim gerektirebilir)

Yazar Metin METE

Yazmayı, üretmeyi, öğrenmeyi ve paylaşmayı seven; tasarım, kodlama ve yaratıcılıkla dijital dünyaya iz bırakmak isteyen bir hayalperest.

2 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir